Sayfa Gösterimi : 11152

DÜZCE TIP FAKÜLTESİ DERGİSİ 2015; 17(2)

Anasayfa \ DÜZCE TIP FAKÜLTESİ DERGİSİ 2015; 17(2)

05
Şub.

 
Düzce Tıp Fakültesi Dergisi; 2015: 17(2)
Duzce Medical Journal; 2015: 17(2)
 
İÇİNDEKİLER / CONTENTS Sayfa   Page

Tam Metin Full Text

ORİJİNAL MAKALELER / ORIGINAL ARTICLES
 
 
Psoriyazis Hastalarında Endotel Fonksiyonlarının Akım Aracılı Dilatasyon Yöntemi İle Değerlendirilmesi
Mustafa Oylumlu, Murat Yüksel, Abdulkadir Yıldız, Derya Uçmak, Zeynep Meltem Akkurt, Murat Karamanlıoğlu, Mesut Aydın, Mehmet Zihni Bilik, Fethullah Kayan
Amaç: Akım aracılı dilatasyon (FMD), endotel fonksiyonunu ölçmek için kullanılan, fiziksel uyaranlara karşı periferik arterlerin vazodilatasyon yanıtını gösteren, erken aterosklerotik değişikliklerin iyi bir ultrasonografik belirtecidir. Biz bu çalışmamızda, psoriyazisli hastalarda ve sağlıklı gönüllülerde brakiyal arterden FMD bakarak endotel fonksiyonlarını karşılaştırmayı amaçladık. Yöntem: Gözlemsel vaka-kontrol çalışması olarak dizayn edilen çalışmamıza toplam 30 psoriyazisli hasta ve bunlarla yaş, cinsiyet ve demografik özellikler bakımından benzer 31 sağlıklı bireyle kontrol grubu olarak dâhil edildi. FMD, non-dominant kolda brakiyal arterden ultrasonografik ölçüm tekniği kullanılarak değerlendirildi. Bulgular: Hasta ve kontrol grubu yaş, cinsiyet, sigara, tansiyon arteryel ve vücut kitle indeksi bakımından benzerdi. Endotel fonksiyonlarını yansıtan FMD değerleri, psoriyazis grubunda kontrol grubuna kıyasla daha düşük olma eğiliminde bulunsa da bu fark istatistiksel olarak anlamlı değildi (7,7 ± 3,1’e karşı 8,6 ± 2,8; p = 0,247). Sonuç: Bu sonuçlar psoriyazis mevcudiyetinin, gelecekteki kardiyovasküler hastalık gelişimi açısından bir risk faktörü olarak değerlendirilemeyeceğini desteklemektedir. Ancak bu konunun tam aydınlatılabilmesi için geniş ölçekli, çok merkezli, kontrollü, prospektif çalışmalara ihtiyaç vardır.
Anahtar kelimeler: Akım aracılı dilatasyon, endotel, psoriyazis.
 
Evaluation of Endothelial Functions of Psoriasis Patients by Flow Mediated Dilatation Method
Mustafa Oylumlu, Murat Yüksel, Abdulkadir Yıldız, Derya Uçmak, Zeynep Meltem Akkurt, Murat Karamanlıoğlu, Mesut Aydın, Mehmet Zihni Bilik, Fethullah Kayan
Aim: Flow mediated dilatation (FMD) is a good sonographic indicator of early atherosclerotic changes which reflects endothelial functions by measuring dilatation of peripheral arteries in response to physical stressors. In this study, we aimed to measure FMD on brachial artery of patients with psoriasis which reflects endothelial dysfunction and compare to that of healthy volunteers. Methods: 30 patients with psoriasis and 31 control subjects matched in terms of age, gender, and demographic characteristics were included to this observational, case-control study. FMD was measured on the nondominant arm of the subjects by using sonographic techniques. Results: The patients and controls were similar in terms of sex, gender, smoking, arterial blood pressure, and body mass index. FMD values, reflecting endothelial functions, were tended to be lower in psoriasis group than healthy controls; however this difference was not statistically significant (7.7 ± 3.1 vs. 8.6 ± 2.8, respectively; p = 0.247). Conclusion: These results support that presence of psoriasis is not a risk factor for future cardiovascular disease development. Prospective, multi-center, large scale studies including control group are needed in order to clarify this issue.
Key words: Endothelial, flow-mediated dilation, psoriasis.
45-48
Laparoskopik Kolesistektomi Spesimenlerinde Histopatolojik Lezyonların Spektrumu Ve İnsidental Karsinom Oranı: Klinik Ve Cerrahi Deneyimimiz                                           İlhan Bali, Seyfi Emir, Sibel Özkan Gürdal, Bünyamin Cüneyt Turan, Oğuzhan Yıldırım, Onur Sakallı, Selim Sözen 
Amaç: Laparoskopik kolesistektomi (LK) günümüzde kolelitiazisin tedavisinde standart işlem halini almıştır. Kronik kolesistit ve kolelitiazis, en sık görülen safra kesesi hastalıklarıdır. Safra kesesinde hiperplastik ve displastik epitelyal lezyonlar sıklıkla bu hastalıklarla birliktedir. Yöntem: Hastanemizde Eylül 2008 - Ağustos 2013 yılları arasında yapılan 568 laparoskopik kolesistektominin kayıtları geriye dönük olarak incelenmiş olup, veriler hastane kayıtlarından, histopatolojik sonuçlar ise patoloji ünitesinden elde edildi. Safra kesesindeki morfolojik değişiklikler klinik bulgularla karşılaştırıldı. Kronik kolesistit ve kolelitiazis nedeniyle kolesistektomi yapılan olgular iki gruba ayrıldı. İlk grupta safra kesesi boyun-gövde ve fundustan birer örnek, ikinci grupta aynı yerlerden ikişer örnek ile safra kesesi haritalanarak materyalin tamamı takibe alındı. Bulgular: Olgularımızın 525’i kadın (%92.4), 43’ü erkekti (%7.6). Kadın/erkek oranı 12.1 idi. Ortalama yaş 45.5 ± 12.7 (18-82), ortalama ameliyat süesi 60.2 (17-200 ) dakika idi. Ameliyat endikasyonları 525 hasta kolelitiyazis (%92.4), 33 hasta akut kolesistit (%4.4), 6 hasta safra kesesi polibi (%1), 2 hasta akalkülöz kolesistit (%0.35) idi. Bizim çlışamızda en yaygın patoloji 442 olguda (%74) görüen kronik kolesistitdi. Diğer benign lezyonlar ise 36 (%6) kolesterolozis ve 28 (%4) akut kolesistit olarak saptandı. Safra kesesindeki lezyonlardan 6’sında, insidental safra kesesi adenokarsinomu bulundu. Safra kesesinde önekleme sayısında artış ile metaplazi (p=0.009), displazi (p=0.009), epitelyal hiperplazi (p=0.003) ve karsinom (p=0.008) görülme oranlarında artış izlendi. Sonuç: Kolesistektomi materyallerinde örnekleme sayısının artırılması ile metaplazi, displazi ve karsinom görülme oranlarında istatiksel olarak artış izlendi. 
Anahtar kelimeler: Kolesistektomi, safra kesesi hastalığı, histopatoloji.
 
Spectrum of Histopathological Lesions in Laparoscopic Cholecystectomy Specimens and Incidental Carcinoma Rate: Our Surgical and Clinical Experience        
İlhan Bali, Seyfi Emir, Sibel Özkan Gürdal, Bünyamin Cüneyt Turan, Oğuzhan Yıldırım, Onur Sakallı, Selim Sözen 
Aim: Laparoscopic cholecystectomy (LC) has become the standard treatment method of cholelithiasis. The chronic cholecystitis and cholelithiasis are the most common pathologies seen in gallbladder disease, accompanying hyperplastic and dysplastic lesions. Methods: 568 laparoscopic cholecystectomy procedures performed between 2008-2013 were analyzed. Clinical details and histopathological data were retrieved from the records. The variety of morphological changes in the diseased gall bladder were correlated with the clinical findings. Chronic cholecystitis and cholelithiasis were put into two groups. A single sample when taken from each neck-corpus and fundus of the gallbladder in the first group, two samples were taken from each site and gallbladder was mapped and examined as a whole in the second group. Results: The sex distribution of the cases was 525 (92.4%) and 43 (7.6 %) male (F/M: 12.1). Median age was 45.5 ± 12.7 years (range: 18-82), median operative time was 60.2 minutes (range: 17-200). Indications for surgery, were chronic cholecystitis in 525 (92.4 %), acute cholecystitis in33 (4.4 %), and gallbladder polyps in 6 (1 %). Acalculous cholecystitis was present in 2 patient(% 0.35) who were operated. Most common pathology noted in our study was chronic cholecystitis seen in 442 cases (%74). Other benign lesions were cholesterosis in 36 (%6) and acute cholecystitis in 28 (%.4). Various other associated lesions and variants of cholecystitis were also encountered. A total of six malignant lesions of gallbladder were observed, which included six cases of incidental adenocarcinomas. By increasing the sample size in gallbladder we saw an increase in the rate of metaplasia (p=0,009), dysplasia (p=0,009), epithelial hyperplasia (p=0.003), and carsinoma (p=0.008) statistically. Conclusion: By increasing the sample size in gallbladder we saw an increase in the rate of metaplasia, dysplasia and carcinoma statistically.                                      
Key words: Cholecystectomy, gallbladder disease, histopathology.                      
49-52
Time-Dependent Changes Of Hematological Parameters In Patients With Acute Organophosphate Poisoning
Zerrin Defne Dündar, Mehmet Ergin, Başar Cander, Nazire Belgin Akıllı, Ramazan Köylü, Abdullah Sadık Girişgin
Objective: To investigate the prognostic value of the time-dependent changes of hematological parameters in patients with acute organophosphate poisoning. Methods: All patients admitted to emergency departments from 2010 through 2013 due to organophosphate poisoning were enrolled in the study. Demographic data, route of exposure, serum cholinesterase levels, complete blood count results of 5 consecutive days, mechanical ventilation requirement, length of stay in hospital, and outcomes were recorded. Results: Mechanically ventilated patients had higher leukocyte and neutrophil counts than nonventilated patients during the whole follow-up period, and both of them had a trend of decrease in both patient groups. There was no difference between patient groups in terms of lymphocyte counts at day 1, but mechanically ventilated patients had lower lymphocyte counts than nonventilated patients after day 2. Hemoglobin levels had a trend of decrease during the whole follow-up period in both patient groups. Conclusion: The parameters obtained from complete blood count can be used as sensitive follow-up parameters in patients with acute organophosphate poisoning by serial measurement.
Key words: Organophosphate, poisoning, leukocytosis, neutrophil-lymphocyte ratio.
 
Organofosfat Zehirlenmelerinde Hematolojik Parametrelerin Zamana Karşı Değişimi Zerrin Defne Dündar, Mehmet Ergin, Başar Cander, Nazire Belgin Akıllı, Ramazan Köylü, Abdullah Sadık Girişgin
Amaç: Bu çalışmada, akut organofosfat zehirlenmesi olan hastalarda hematolojik parametrelerin zamana karşı değişimleri ve parametrelerin prognostik değerinin araştırılması hedeflenmiştir. Yöntem: Acil servise 2010-2013 yılları arasında organofosfat zehirlenmesi nedeniyle başvuran tüm hastalar çalışmaya dahil edildi. Hastaların demografik bilgiler, zehirlenme yolu, serum kolinesteraz düzeyleri, 5 günlük tam kan sayımı sonuçları, mekanik ventilasyon ihtiyacı,
hastanede yatış süresi ve taburculuk durumu ile ilgili bilgileri kaydedildi. Bulgular: Mekanik ventilasyon ihtiyacı olan hastaların lökosit ve nötrofil sayıları tüm takip süresince ventilasyon ihtiyacı olmayan hastalarda daha yüksekti. Her iki grupta da nötrofil ve lökosit sayılarının zamana karşı değişimi azalma yönündeydi. Gruplar arasında lenfosit sayısı açısından 1. gün anlamlı bir fark tespit edilmedi, fakat 2. günden sonra mekanik ventilasyon yapılan hastalarda lenfosit sayıları daha düşüktü. Her iki grupta, hemoglobin değerleri zamanla azalma eğilimindeydi. Sonuç: Tam kan sayımından elde edilen parametreler, organofosfat zehirlenmesi olan hastaların takibinde seri ölçümlerle prognostik parametreler olarak kullanılabilir.
Anahtar kelimeler: Organofosfat, zehirlenme, lökositoz, nötrofil-lenfosit oranı.
 
53-57
MDBT İle Tespit Ettiğimiz İki Yıllık Diyafragmatik Herni İnsidansımız
Nesrin Atcı, Hanifi Bayaroğulları, Sibel Doğru, Ramazan Davran
Amaç: Diyafragmada füzyon defekti sonucu konjenital veya sonradan oluşan (iyatrojenik veya travmatik) bir defekten intraabdominal organların toraksa uzanımı sonucu diyafragma hernileri meydana gelir. Kesitsel görüntülemeden multidedektör bilgisayarlı tomografi (MDBT) ile asemtomatik ve semptomatik diyafragmatik hernilerin tanısı kolaylıkla konulabilmektedir. Biz bu çalışmamızda, MDBT ile tespit ettiğimiz diyafragmatik hernileri retrospektif olarak değerlendirmeyi amaçladık. Yöntem: İki yıllık süre içerisinde akciğer, abdomen rahatsızlığı ve travma gibi çeşitli nedenlerle toraks ve abdomen bilgisayarlı tomografi tetkiki yapılan 1000 hasta retrospektif olarak deneyimli bir radyolog tarafından değerlendirildi. Bulgular: Çalışmamızda değerlendirilen 1000 hastanın 77’sinde (7.7%) değişik tiplerde diyafragmatik herni tespit edildi. En sık 54 hasta ile hiyatal herni izlendi. Daha az sıklıkta ise konjenital diyafragmatik herni (n=21) ve travmatik diyafragmatik herni (n=2) gözlendi. Sonuç: Özellikle multi-planar görüntüler alabilen MDBT kullanımının yaygınlaşması ile diyafragmatik herni tanısı daha kolay hale geldiği gibi cerrahi tedavinin planlaması da kolaylaşmıştır.
Anahtar kelimeler: Diyafragmatik herni, insidans, multidedektör bilgisayarlı tomografi.
 
Our Incidence of Diaphragmatic Hernia Detected with MDCT in the Past Two Years
Nesrin Atcı, Hanifi Bayaroğulları, Sibel Doğru, Ramazan Davran
Aim: Diaphragmatic hernia develops as a result of extension of the intraabdominal organs to the thorax from a diaphragmatic defect which may be either a congenital fusion defect or subsequently formed defect(iatrojenic or traumatic). The diagnosis of symptomatic or asymptomatic diaphragmatic hernia can be easily done with the cross-sectional imaging, multidetector computed tomography (MDCT) devices our aim in this study is to investigate diaphragmatic hernia incidence diagnosed by MDCT retrospectively. Methods: An experienced radiologist retrospectively evaluated MDCT results of 1000 patients to whom thorax and abdominal computed tomography was done due to chest and abdominal discomfort or trauma during the last 2 years. Results: According to our results, out of 1000 patients, 77 (7.7%) patients had different types of diaphragmatic hernia the most common herniation was hiatal hernia which was seen in 54 patients. Congenital diaphragmatic hernia (n=21) and traumatic diaphragmatic hernia (n=2) were observed also. Conclusion: Diaphragmatic hernia diagnosis could be made easily with extensive use of MDCT in which multi-planar imaging can be taken.
Key words: Diaphragmatic hernia, incidence, multidetector computed tomography.
58-61
Cesarean Scar Pregnancy: A Tertiary Center Case Series And Literature Review
Abdulkadir Turgut, Ali Özler, Neval Yaman Goruk, Senem Yaman Tunç, Serdar Başaranoğlu, Ahmet Yalınkaya 
Aim: To examine the characteristics, management and outcomes of cesarean scar pregnancies at a single tertiary obstetric centre over a three-year period. Method: A retrospective study was performed on 8 cases of cesarean scar pregnancy identified between January 2009 and June 2012 from the medical files. Results: The mean gestational age was 58.2 days (35-120). The average time for β-hCG levels to return to normal values after treatment for cesarean scar pregnancy was 3.4 weeks (2-6). The mean number of previous cesarean sections was 1.9 (1-4) and the mean interval time after the last cesarean section was 20 months (10-48). Laparotomy with excision of the sac and primary repair (n=5) and methotrexate (n=3) were the modalities of management. Conclusion: Cesarean scar pregnancy is a potentially life-threatening complication of pregnancy that constitutes a diagnostic and therapeutic challenge. Decision on treatment modality should be determined on individualized basis depending on factors such as gestational age, β-hCG levels, fetal cardiac activity, desire of future fertility and the experience and facilities available.
Key words: Cesarean scar; complication; cesarean scar pregnancy; ectopic pregnancy.
 
Sezaryen Skar Gebeliği: Bir Tersiyer Merkez Olgu Serisi ve Literatür İncelemesi Abdulkadir Turgut, Ali Özler, Neval Yaman Goruk, Senem Yaman Tunç, Serdar Başaranoğlu, Ahmet Yalınkaya  
Amaç: Tersiyer bir obstetrik merkezde üç yıllık bir süre içinde tespit edilen sezaryen skar gebeliklerin özellikleri, yönetimi ve sonuçları incelenmiştir. Yöntem: Bu retrospektif çalışma Ocak 2009 ve Haziran 2012 yılları arasında hasta
dosyalarından belirlenmiş 8 sezaryen skar gebeliği olgu verileriyle yapılmıştır. Bulgular: Ortalama gebelik yaşı 58.2 (35-120) gündü. Sezaryen skar gebeliği tedavisi sonrası β-hCG seviyelerinin normal değerlerine dönmesi için geçen ortalama süre 3.4 (2-6) haftaydı. Geçirilmiş sezaryen sayısı ortalama 1.9 (1-4) ve son sezaryen sonrası geçen ortalama süre 20 (10-48) aydı. Kesenin çıkarılması ve primer onarımı yapıdığı laparotomi (n=5) ve metotreksat (n=3) yönetim şekilleriydi. Sonuç: Sezaryen skar gebeliği, tanı ve tedavi zorlukları olan, potansiyel olarak yaşamı tehdit eden bir gebelik komplikasyondur. Tedavi yöntemi seçimi gestasyonel yaş, β-hCG düeyleri, fetal kalp aktivitesi, gelecekteki fertilite isteği, deneyim ve mevcut olanaklar gibi faktölere bağlı olarak bireysel bazda belirlenmelidir.
Anahtar kelimeler: Sezaryen skar; komplikasyon; sezaryen skar gebeliği; ektopik gebelik.        
62-65
Bir Devlet Hastanesinde Sürekli Tıp Eğitimi Faaliyetlerine Katılma Durumunun İncelenmesi
Şeyda Ferah Tuygar 
Amaç: Bu araştırma, bir devlet hastanesinde görev yapmakta olan sağlık çalışanlarının, sürekli tıp eğitimi programlarına katılma sıklığının, maliyetinin karşılanmasının ve bu programlardan yararlanma durumunun belirlenmesi amacıyla yapılmıştır. Yöntem: Tanımlayıcı tipteki bu araştırma bir devlet hastanesinde görevli olan ve çalışmaya katılmayı kabul eden 87 sağlık çalışanı ile (hekim, hemşire, ebe, sağlık memuru, sağlık teknikeri, eczacı) gerçekleştirilmiştir. Veriler anket yöntemiyle toplanmıştır. Anketler, yüz yüze görüşme tekniğiyle uygulanmıştır. Verilerin değerlendirilmesinde SPSS 18.0 istatistiksel paket programı kullanılmıştır. Bulgular: Çalışmaya katılan 32 kişi (%36,8) hekim, 33 kişi (% 37,9) hemşire ve 22 kişi (%25,3) diğer sağlık mesleklerine mensuptur. Son bir yıl içinde katılım gösterilen toplam 139 eğitim bulunmaktadır. Bu eğitimlerin 131’i çalışanın görev yaptığı alanla ilgili, 8’i ise ilgili değildir. 22 eğitimin maliyeti yoktur. 54 eğitime kendi imkânlarıyla, 22 eğitime firma sponsorluğuyla, 41 eğitme ise kurum görevlendirmesiyle katılım gösterilmiştir. 3 eğitimden az, 29 eğitimden orta ve 107 eğitimden yüksek düzeyde yararlanılmıştır. Sadece tek bir sağlık personeli uzaktan eğitim faaliyetine katılmıştır. Sonuç: Sürekli mesleki gelişim etkinliklerine katılım açısından sağlık çalışanlarının desteklenmesi ve motive edilmesi, çalışanların kendileri ve sağlık sistemi açısından önem taşımaktadır.
Anahtar Kelimeler: Sağlık çalışanı, devlet hastanesi, sürekli tıp eğitimi.
 
An Investigation of Participating to Continuous Medical Education Programs of Medical Staff at A State Hospital
Şeyda Ferah Tuygar 
Aim: This study was planned to determine the frequency, funding and effectiveness of continuous medical education programs which the medical staff at a state hospital attended. Method: This descriptive research was performed on 87 medical staff working at a state hospital (doctor, nurse, midwife, health officer, health technician, and pharmacist) who were accepted to participate in the study. The data were collected through face to face interviews with a questionnaire. Their answers assessed by using SPSS 18.0 statistics package program. Results: 32 people participated in this study (36.8%) were physicians, 33 people (37.9%) nurses and 22 people (25.3%) belong to other health professions. They attended to total 139 continues medical education programs in last one year. 131 of the programs were related to their working area and 8 were not. 22 of the education programs were free of charge, 54 were financed by attendants, 22 were financed by a commercial sources and 41 were financed by the hospital. 3 of education programs were rated as lowly effective, 29 as moderately effective and 107 were highly effective. There was only one health care worker participated in distance education. Conclusion: Motivating and supporting medical staff for participating in professional development activities is critically important for both staff and health care system.
Key Words: medical staff, state hospital, continuous medical education.
66-70
Endometriyal Örnekleme Sonuçlarımız: 495 Olgunun Analizi
Nagihan Sarı, Sevinç Şahin, Emel Kıyak Çağlayan, Levent Seçkin, Mustafa Kara, Yaprak Engin Üstün
Amaç: Bu retrospektif çalışmanın amacı endometrial örneklemelerin klinik ve histopatolojik tanıları arasındaki korelasyonun ve amaca uygunluğunun araştırılmasıdır. Yöntem: Bu çalışmada, Bozok Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’nde Ekim 2012-Ekim 2014 tarihleri arasıda jinekolojik nedenler ile endometrial önekleme yapıan 495 olgunun
endometrial biyopsi sonuçarıretrospektif olarak değrlendirildi. Veriler elektronik ortamda hasta dosyalarıdan ve Tıbi Patoloji Anabilim Dalıarşvinden alıdı Bulgular: Endometrial örnekleme en sık anormal uterin kanama endikasyonu ile 283 (%57.2) olguya uygulandı. Anormal uterin kanama nedeniyle endometrial biyopsi yapılan 283 olgunun en sık patoloji sonucu proliferatif endometrium (108 olgu-38,2%) idi. Servikal polip nedeniyle yapılan endometrial biyopsilerin 17’sinde (%60,7) endometrial polip saptandı Bir olguda ise adenokarsinom saptandı. Sonuç: Sonuç olarak, endometrial biyopsinin uygulanmasında jinekologların daha seçici davranması gerekmektedir.
Anahtar kelimeler: Endometrial örnekleme, anormal uterin kanama, endometrium kanseri.
 
Results of Our Endometrial Samplings: Analysis of 495 Cases
Nagihan Sarı, Sevinç Şahin, Emel Kıyak Çağlayan, Levent Seçkin, Mustafa Kara, Yaprak Engin Üstün
Aim: The aim of this retrospective study was to evaluate the correlation between histopathological and clinical diagnosis of the endometrial samplings and examine the relevance of the indications. Method: Endometrial biopsies of 495 patients who applied to Bozok University School of Medicine between October 2012 and October 2014 were included this study. Data were obtained from patients file in electronic background and the archives of Department of Medical Pathology. Results: The most frequent indication of endometrial biopsies was abnormal uterine bleeding (283 cases-57.2%). Among the biopsies which were performed with the indication of abnormal uterine bleeding (283 cases), the most common diagnosis was proliferative endometrium (108 cases-38.2%). Among the endometrial biopsies which were done with the clinical diagnosis of cervical polyp, 17 cases (60.7%) were diagnosed as endometrial polyp histopathologically. One case was diagnosed as adenocarcinoma histopathologically. Conclusion: As a result, it is suggested that the gynecologist should be more selective in endometrial biopsy practice.
Key words: Endometrial sampling, abnormal uterine bleeding, endometrial cancer.
70-72
OLGU SUNUMLARI  /  CASE REPORTS
 
 
Mastoid Osteom; Olgu Sunumu Ve Literatür Değerlendirmesi
Selcan Kesgin, Yusuf Özgür Biçer, Serap Köybaşı Şanal
Kulak Burun Boğaz uzmanları osteomlarla en sık frontal ya da etmoid sinüslerde karşılaşırlar. Temporal kemik osteomları nadir tümörlerdir ve sıklıkla dış kulak yolunda görülürler. Mastoid yerleşim ise literatürde sınırlı sayıda rapor edilmiştir. İyi huylu olan bu tümörler kozmetik deformite dışında bulgu vermezler. Bu yazıda mastoid osteom tanısı alan olgu literatür verileri eşliğinde sunulmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Mastoid osteom, dış kulak, glenoid fossa.
 
Mastoid Osteoma; A Case Report and Review of Literature
Selcan Kesgin, Yusuf Özgür Biçer, Serap Köybaşı Şanal
Osteomas of the temporal bone are rare and are usually located in the external acoustic canal, squamous part of the temporal bone, middle ear, glenoid fossa, Eustachian tube, styloid process, internal acoustic canal. A limited number of mastoid osteomas have been reported in the literature. These tumors are usually nonsymptomatic unless they are too big leading to cosmetic deformity. In this report, a young male patient diagnosed with mastoid osteom is presented with literature review.
Keywords: Mastoid osteoma, external acustic canal, glenoid fossa.
73-75
Ekstratestiküler Epididimal Adenomatoid Tümör: Nadir İki Olgunun Ultrasonografi Bulguları
Hüseyin Aydın     
Ektratestiküler kitlelerin büyük bir kısmı benigndir. Bunların da büyük bir kısmını lipom ve adenomatoid tümörler oluşturur. Adenomatoid tümör nadir görülen ve mezotelial kökenli iyi huylu bir tümördür. Genellikle infertilite nedeniyle tetkik edilen kişilerde insidental olarak saptanan ağrısız kitleler şeklinde görülür. Malign transformasyon göstermez.Bu nedenle tedavisinde kitle eksizyonu yeterlidir.Kesin tanısı patoloji ile konur. Ultrasonografi, kitlenin lokalizasyonu, natürünü ve dolayısıyla benign yada malign lezyon olması konusunda çok önemli ipuçları vermesiyle, hastanın doğru yönlendirilmesi ve gereksiz anksiete yaşamaması açısından büyük öneme sahiptir.
Anahtar Kelimeler: Extratestiküler tümör,adenomatoid tümör, epididim, ultrason.
 
Mesenteric Panniculitis Radiological Findings of Two Rare Cases
Hüseyin Aydın          
Majority of the extratesticular masses are benign. And majority of these are comprised by lipomas and adenomatoid tumors. Adenomatoid tumor is a rare benign tumor of mesothelial origin. They generally present as accidentally found painless masses in patients who admit for infertility. They do not possess malign transformation so surgical excision of the mass is sufficient for treatment. Decisive diagnosis is reached by pathological examination. Ultrasonography holds significance for the localization and characterization of the mass hence giving clues for the benign or malign nature and for correct patient guidance and dealing with unnecessary anxiety.
Key words: Extratesticular tumor, adenomatoid tumor, epididymis, ultrasound.                 
76-78
Mondor Disease Of Penis; A Rare Entity Mimicking Peyronie's Disease
Türker Acar, Duran Efe, İbrahim Buldu, Seval Acar, Melda Yıldız, Serkan Güneyli
Mondor’s disease of the penis is a rare entity characterized by thrombosis in the dorsal penile vein. Unlike anxiety resulting from this condition which is conservatively treated, recognizing this disease is quite easy with Doppler ultrasonography. Peyronie’s disease and sclerosing lymphangitis are considered in the differential diagnosis of Mondor’s disease. In this present case report we aimed to present ultrasonography findings and briefly review the literature in a male patient diagnosed with Mondor's disease who admitted with rope like stiffness on the dorsal side of penis mimicking Peyronie's disease.
Key words: Penile Mondor’s disease, superficial dorsal penile vein, thrombosis, Doppler ultrasound.
 
Penisin Peyronie Hastalığını Taklit Eden Nadir Bir Antite; Mondor Hastalığı
Türker Acar, Duran Efe, İbrahim Buldu, Seval Acar, Melda Yıldız, Serkan Güneyli
Penisin Mondor hastalığı, süperfisial dorsal penil vende tromboz ile karakterize nadir bir antitedir. Hastalarda oluşturduğu kaygıya kıyasla konservatif tedavi ile tedavi edilebilen bu hastalığı Doppler ultrasonografi ile tanımak oldukça kolaydır. Peyronie hastalığı ve sklerozan lenfanjit Mondor hastalığının ayırıcı tanısında yer almaktadır. Bu vaka sunumundaki amacımız penisin dorsal kesiminde ip şeklinde ele gelen sertlik ile başvuran, klinik olarak Peyronie hastalığını taklit eden Mondor hastalığı tanısı konmuş bir erkek olgunun ultrasonografi bulgularını sunmak ve özetle literatürü gözden geçirmektir.
Anahtar Kelimeler: Penisin Mondor hastalığı, süperfisiyal dorsal penil ven, tromboz, Doppler ultrason.
79-81
Akut Miyokard İnfarktüsünü Taklit Eden Çocukluk Çağı Miyoperikardit Olgusu
Rahmi Özdemir, Cem Karadeniz, Hande Erdoğan, Yılmaz Yozgat, Önder Doksöz, Timur Meşe
Miyoperikardit, miyokard ve perikard dokularının inflamasyonudur ve değişik nedenlere bağlı ortaya çıkmaktadır. Genellikle viral üst solunum yolu enfeksiyonu sonrası ortaya çıkmakta ve koksaki virus tip B, adenovirus ve ekovirus en sık rastlanan viral ajanları oluşturmaktadır. Yaş gruplarına göre klinik özellikler farklı olmasına rağmen ateşle uyumsuz taşikardi, kalp seslerinin derinden gelmesi ve kalp yetersizliği ortak bulgulardandır. Klinik bulguları miyokard infarktüsüne benzemektedir. Bu hastalığın tanısı, klinik bulguların, elektrokardiyografi, ekokardiyografi ve kardiyak enzim yüksekliğinin değerlendirilmesi sonucu konmaktadır. Miyokard infarktüsünün mortalitesinin yüksek olması nedeniyle ayırıcı tanının yapılması önemlidir. Bu yazıda, göğüs ağrısı, miyokard infarktüsüne benzeyen elektrokardiyografik değişiklikleri ve kardiyak enzim yüksekliği olan miyoperikardit tanılı 13 yaşında bir kız çocuğu olgusu sunularak bu hastalığın kesin tanısının önemi vurgulanmak istendi.
Anahtar sözcükler: Miyoperikardit, viral enfeksiyon, elektrokardiyografi, ekokardiyografi.
A Case of Myopericarditis Mimicking Acute Myocardial Infarction in Childhood
 
Rahmi Özdemir, Cem Karadeniz, Hande Erdoğan, Yılmaz Yozgat, Önder Doksöz, Timur Meşe
Myopericarditis is an inflammatory disease of the both myocardial and pericardial tissues, and resulting from different etiologies. Viral agents such as coxsackie virus type B, adenovirus, and echovirus are the most common leading cause of this disease and it usually occurs following viral upper respiratory tract infections. Although there are different clinical features according to ages groups, some common findings such as tachycardia incompatible with fever, deeply heared heart sounds, and heart failure can be seen. Clinical findings often mimics a myocardial infarction. Diagnosis of this disease is made by the evaluation of the clinical condition, electrocardiography, echocardiography and elevation of the cardiac enzymes. Because it is mortality, discrimination of myopericarditis from myocardial infarction is very important. Herein, we report a 13 year-old-girl with the diagnosis of myopericarditis presenting with chest pain, electrocardiographic changes mimicking myocardial infarction and elevated cardiac enzymes and also aimed to emphasize the importance of accurate diagnosis of this disease.
Keywords: Myopericarditis, viral infection, electrocardiography, echocardiography.
 
82-84
DERLEMELER  / REVIEWS
 
 
Halitozisin Güncel Tanı Ve Tedavisi
Mehmet Mustafa Kılıçkaya
 
Halitozis ya da ağız kokusu bir teşhis değil, semptomdur. Kulak burun boğaz kliniğinde sık karşılaştığımız ve altta yatan bazı ciddi hastalıkların habercisi olabilir. Bu yüzden ağız kokusunun tanısını koymak ve sebebini bulmak önemlidir. Ayrıca sosyal ve psikolojik etkilerinden dolayı halitozisi tedavi etmek gerekir. Nefes, metabolizmamızın ürettiği uçucu organik bileşiklerin yüzlercesini içerir. Nazofarinks, larenks ve akciğer kanseri gibi bazı hastalıklar bu gaz karışımını değiştirebilirler. Bu yüzden dışarı verilen gazların analizi önem kazanmıştır. Yeni teknolojiler, yeni cihazların geliştirilmesini teşvik etmişlerdir. Elektronik burun olarak adlandırılan bu aletlerle nefesin analizi, önemli non-invaziv tanısal metod haline gelmiştir.
Literatürde, oral malodor ve halitozis ile eş anlamlı olarak kullanılan ağız kokusu, ağız ve nazal pasajdan hoşlanılmayan kokunun yayılmasıdır. Toplumun yaklaşık %25’inde görülür ve geniş sosyal ve ekonomik etkiye sahiptir. Halitozis; gerçek halitozis (fizyolojik halitozis ve patolojik halitozis), psödohalitozis ve halitofobia olarak sınıflandırılır. En sık sebep ağız içi hastalıklardır. Bunların içinde de en önemli etyolojik faktör ise paslı dildir. Ağız dışı nedenler arasında en sık rinit ve sinüzit gibi diğer kulak burun boğaz hastalıkları görülür. Treponema denticola, Porphyromonas gingivalis, Tanneralla forsythia, Fusobacterium nucleatum, Prevotella intermedia, Prevotella nigrescens, Actinobacilli ve Solobacterium moorei halitozisli hastalarda yaygın olarak izole edilen ve uçucu sülfür bileşikleri (VSCs) üreten bakterilerdir. Halitozisde tedavi etyolojiye göre yapılmalıdır. Fizyolojik halitozisde dişin fırçalanması, diş ipliği kullanılması, dilin temizlenmesi ve chlorhexidine, cetylpyridinium chloride ve çinko içeren antimikrobial gargara ve diş macunlarının kullanımı ağız kokusunu önemli derecede azaltır. Bir çalışmada, dilin dorsumuna lazer uygulanmasıyla halitoziste önemli derecede azalma olduğu belirtilmiştir.
Anahtar Kelimeler: Halitozis, elektronik burun, güncel tanı ve tedavi.
 
Current Diagnosis and Treatment of Halitosis
Mehmet Mustafa Kılıçkaya
Halitosis or oral malodor is not a diagnosis, but is symptom. Halitosis, that we frequently encounter in ear, nose and throat practice can be the harbinger of some serious underlying disease. Therefore, diagnosis and to find the cause of the halitosis are important. Also halitosis treatment is necessary due to the social and psychological effects. Breath contains hundreds of volatile organic compounds that are by-products of our metabolism. Certain diseases such as nasopharynx cancer, larynx cancer ve lung cancer alter the mix of gases. Thus, the analysis of exhaled air has gained importance. New technologies lead to the development of new devices. And with these called electronic noses the analysis of exhaled air has becomes an important non-invasive diagnostic method.
In the literature, halitosis and bad breath which is used as synonymus with oral malodor is the emission of unpleasant odor from mouth and nasal passage. It occurs in 25% of the population, approximately and it has a significant social and economic impact. Halitosis is classified as true halitosis (physiologic halitosis and pathologic halitosis), pseudohalitosis and halitophobia. The most common cause is intra-oral diseases. Among all these factors, the most important etiologic factor are the coating tongue. Other ear, nose and throat diseases such as rhinitis and sinusitis are seen among the most common extraoral causes. Treponema denticola, Porphyromonas gingivalis, Tanneralla forsythia, Fusobacterium nucleatum, Prevotella intermedia, Prevotella nigrescens, Actinobacilli and Solobacterium moorei are the bacteria which are commonly isolated from patients with halitosis and they are volatile sulfur compounds (VSCs) producing ones as well. The treatment of halitosis should be carried out according to the etiology. In the physiologic halitosis tooth brushing, use of dental floss, tongue cleaning and chlorhexidine, cetylpyridinium chloride and zinc containing antimicrobial mouthwashes and toothpastes reduce bad breath significantly. In a study, it is noted that a significant reduction in halitosis is achieved by applying laser to the dorsum of tongue.
Key words: Halitosis, Electronic nose, Current diagnosis and treatment.
85-88
 
 

×